1 Aralık 2010 Çarşamba

TELEFONLA GEÇİŞ SİSTEMİ

2 yorum

Az önce aldığımız bir habere göre artık gişelerden geçerken KGS yerine TGS (Telefonla Geçiş Sistemi) kullanılacakmış ;) Herkes kartını, anahtarını, cüzdanını evde unuturmuş ama cep telefonunu unutmazmış bu yüzden de oluşacak kuyruklar azalacakmış. İyi güzel de, elimizi camdan çıkarıp telefonla işlem yapacağımız zaman o telefonun güvenliğini kim sağlayacak? Burası İstanbul, yolda yürürken bile cebinizden telefon çalınabiliyorken gişede elinizi camdan çıkarın hoop telefon gidivermiş, hatta dikkat kol da gitmesin. Bu bir iş haline gelip eminim bunun için yeni bir çete de türeyecektir. Siz siz olun bence TGS kullanmayın :)

29 Kasım 2010 Pazartesi

Haydarpaşa'ya Yazık Oldu!

0 yorum

Haydarpaşa'nın son hali

Tarihi gardaki yangının ardından NTV helikopteri geride kalan manzarayı görüntüledi. Bu sabah yolcular Söğütlüçeşme istasyonuna yönlendirildi, banliyö seferleri de iptal.

ntvmsnbc
Güncelleme: 11:25 TSİ 29 Kasım. 2010 Pazartesi
İSTANBUL - İstanbul'un sembolü Haydarpaşa Tren Garı'ndaki yangının izleri bugün daha net ortaya çıktı. NTV helikopteri, alevlerin tarihi binaya verdiği zararın boyutlarını havadan görüntüledi.
Yangının ardından tren seferlerinin iptal edilmesi nedeniyle sabah saatlerinde Haydarpaşa'ya gelen vatandaşlar Söğütlüçeşme istasyonuna yönlendirildi.
Gar girişine güvenlik şeridi çekilirken, içeriye girilmesine de izin verilmiyor. Gar içinde ise polis ekipleri güvenlik amacıyla bekletiliyor.




Bu arada, yangından sonra kumanda merkezinde meydana gelen arıza nedeniyle banliyö ve Adapazarı seferleri ikinci bir emre kadar yapılamayacak.
Saat 10.30'da  ''Başkent Ekspresi'' ile Ankara'ya gidecek yolcular ise gara alındı.


Çok yazık gerçekten, eğer söylenenler doğru ise Haydarpaşa Garının bulunduğu bu bölgede büyük bir yatırım söz konusu imiş. Sanırım neden sorusunun cevabı bu şekilde yanıt bulmuş oluyor. Eh bir şekilde de ortadan kaldırmak gerekli ise uygulamanın böyle olmasına şaşmamak lazım en kolay kurtuluş yakmak. Yandı bitti kül oldu ne yapalım. Üstelik çatı da daha çökmedi bu da büyük başarı, tebrikler.

25 Kasım 2010 Perşembe

Kendime Sincap Aldım :))

2 yorum



Evet bir blog yazarından ilk alışverişimi StilPazarı'ndan yaptım ve sincap kolye artık benim oldu. Çok güzel bir kutu içinde ayrıca hediye olarak çok şirin bir çift küpe ile birlikte geldi. Benim için çok keyifli bir alışverişti Eda Hanım'a buradan bir kez daha teşekkür ediyorum. Yeni alışverişlerde görüşmek üzere.

15 Ekim 2010 Cuma

Bir Geyşanın Anıları

0 yorum


Uzun zamandır beni bu kadar etkileyen bir kitap okumamıştım yani otobiyografi olarak. Yoksa "Ejderha Dövmeli Kız" ve "Ateşle Oynayan Kız" hakkını yememeliyim tabi onların da filmleri izlendi. Ardından "Açlık Oyunları" ve ikincisi "Ateşi Yakalamak" şimdi bunu okuyorum.

Neyse konuma döneyim kitap (Bir Geyşanın Anıları)  bittikten sonra hemen gidip D&R'dan dvd'sini aldım. Koştur koştur eve gittim. Kitabı okuyunca nedense film o kadar haz vermiyo ama yine de güzeldi özellikle müzikler bitirdi beni. Şimdi size az önce bahsettiğim siteden (fizy) bulup dinliyorum.

Ne enteresan bir hayat hikayesiydi. Sanki bana biraz Osmanlı dönemi haremdeki kadınları da çağrıştırdı biliyorum tam olarak aynı değil ama her ikisinde de fikir beyan etme hakkınız yok. Neyse bugün biraz yorgunluktan fazla yorum yazacak halim kalmadı. Ama tavsiye edeceğiniz otobiyografi yada biyografi tarzında etkilendiğiniz kitaplar varsa yorumlarınızı beklerim.

ÇALIŞIRKEN MÜZİK DİNLEYİN.

0 yorum

Çalışırken müzik dinlemek istemez misiniz? Böylece etrafınızdaki abuk subuk konuşan insanlarI, yapılan geyikleri de duymazsınız. Bir arkadaşım sayesinde keşfettiğim bir siteyi sizinle paylaşmak istiyorum. Sizin de bildiğiniz geniş bir arşive sahip bu tarz siteler varsa paylaşalım...
www.fizy.com.

23 Eylül 2010 Perşembe

ALLİANOİ'Yİ KORUMAK MÜMKÜN

0 yorum

"Allianoi'yi korumak mümkün"

Doğa Derneği: Hem Allianoi'yi Korumak,hem de köylüye su sağlamak mümkün...


Doğa Derneği'nden bu konuda yapılan açıklama şöyle: Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı Devlet Su İşleri (DSİ) tarafından üstü kumla kaplanarak sulara gömülmek istenen Allianoi için bir kurtarma planı olduğu ortaya çıktı. Söz konusu plan, Allianoi’nin etrafının duvarlarla çevrirerek hem barajın su tutmasını sağlıyor hem de Allianoi’nin su altında kalmasını engelliyor. Ne var ki bu plan 2003 yılında DSİ tarafından “pahalı” olduğu gerekçesiyle reddedilmiş. Son günlerde Türkiye’nin gündemine taşınan Allianoi için halen uygulanma şansı olan kurtarma planı devreye sokulduğunda baraj gölünün ortasında kalan 2000 yıllık Allianoi yok olmaktan kurtulacak ve turizme kazandırılabilecek. Bu kurtarma projesi sayesinde Allianoi kurtulduğu gibi köylünün sulama ihtiyacı da hiçbir kayba uğramadan sağlanabilecek. 2000 yılında ciddi bir çalışma yapılarak hazırlanan projenin maliyeti 20 milyon doları geçse de bu maliyetin ayni katkılarla çok aşağılara çekilmesi mümkün.

Allianoi gibi evresen değere sahip bir alanın göz göre göre yok edilemeyeceğine dikkat çeken Doğa Derneği Başkanı Güven Eken, “Allianoi’i korumak için barajdan tümüyle vazgeçmek gerekmiyor. Allianoi’yi kurtarmak için gerekli tek şey bu paha biçilmez yerin kurtulması için gerekli maddi desteği oluşturmak. Bu gerçekleşmezse, Türkiye hiçbir uluslar arası platformda yüksek evrensel değere sahip Allianoi’nin yok edilişini açıklayamaz. Madem baraj bölge için bu kadar önemli ve milyonlarca doları bu inşaatlara harcıyoruz, dünya için de aynı derecede öneme sahip Allianoi’den de bu desteği esirgememiz lazım. Zaten düşününce paranın bundan daha iyi yapabileceği ne olabilir ki?” diye konuştu.
Haberin devamı....

Kaynak: www.ntvmsnbc.com

LÜTFEN ALLİANOİ'Yİ YOK ETMEYİN. KENTİN ÜSTÜNÜ KUMLA KAPATIP, BARAJ YAPMAK KADAR SAÇMA BİR DÜŞÜNCE OLAMAZ. DÜŞÜNDÜKCE NEFES ALAMIYORUM KENDİMİ DİRİ DİRİ GÖMÜLMÜŞ HİSSEDİYORUM. BU KADAR MI DEĞER BİLMEZ, TARİH BİLMEZ İNSANLARIZ BİZ. YAPMAYIN TARİHİ YOK ETMEYİN.

YILMAZ ÖZDİL'DEN BEKİR ÇOŞKUN İÇİN

0 yorum

Türk kahvesi 

Gazeteci için...
Cezvedir aslında gazete.

Ateş vardır altında hep.
Suyu ısınır.
*
Patates mesela...
Koy cezveye.
Sıcağı görünce, gevşer.
Gelemez hiç zora.
Salar kendini.
O sert, dayanıklı zannettiğin karakter gider, ezilen büzülen, vıcık vıcık bi şey haline gelir.
Üzülürsün girdiği kılığa.
*
Veya, yumurta.
Kaynat cezveyi...
Patatesin zıddına tepki verir.
Şartlara direnir.
Ancak, o narin yapısıyla koruduğu içindeki canı öldürür, yüreğini katılaştırır, çatlar çoğu zaman hatta, imha eder kendini; yarı yolda çıkarıp alsan bile, hayata döndüremezsin artık onu.
*
Ya, kahve?
Bambaşkadır.
Şartlar değiştiğinde, şartların dayatmasına uyacağına, şartları değiştirir.
Ortama lezzet katar.
*
Türk kahvesidir Bekir Coşkun.
*
Sabah güne başlarken, ya da, akşam günün yorgunluğunu atarken yudumlamanız ondan.
*
Hazmetmenizi sağlar memleketi.
Zihin açar.
*
Onsuz basın, püreleşmiş patatesler, kalbi taşlaşmış yumurtalar, telvesi donmuş boş fincanlardan ibarettir.
*
Ve, siz hâlâ diyorsunuz ki: “Köşesini almışlar elinden...” Yanılıyorsunuz. Keyfinizi elinizden aldılar aslında.
*
Hedef, o değildir çünkü. O, aynı o. Hedef SİZSİNİZ.

16 Temmuz 2010 Cuma

0 yorum

Nihat yine güldürdün beni valla gerçi her sabah sayende hem sinir doluyoruz hem deşarj oluyoruz.

Bugünki yazıda özellikle bir ismi çok beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim "Güsamettin Çelebi" :)) ne olduğunu merak edinler buyrun Nihat'ın yazısını buradan okuyun.

http://www.aksam.com.tr/2010/07/16/yazar/18113/nihat_sirdar/alerji.html

22 Haziran 2010 Salı

0 yorum

Çömelme açılımı


Çok savaş gördü bu millet...


Çömelen devleti ilk kez görüyor.

*        *       *

Her yer jammer dolu.
Sinyal kesiyorlar.
Ki, mayın filan patlamasın.
Havada üç tane Kobra var.
Tam teçhizatlı, tur atıyorlar.
Arada ısı bombası fırlatıyorlar.
Ki, roket gelirse hedefi şaşırsın.
Yüzlerce bordo bereli etrafta...
Araziye yayılmışlar, eller tetikte.
Kum çuvallarıyla çevrili siper...
Ardında, çömelmiş Başbakan.
Ve, Genelkurmay Başkanı.
Ki, mıhlamasınlar.

*        *       *

Moral vermek için yapılan ziyaretin, moral bozucu fotoğrafıdır bu.

*        *       *

Kimseyi rencide etmek maksadıyla yazmıyorum; ben de olsam, ben de çömelirim... Çünkü, elimizi kolumuzu sallaya sallaya girdiğimiz Irak topraklarına, kendi topraklarımızdaki kum çuvallarının ardından çömelerek bakabiliyoruz bugün anca.

*        *       *

Ankara’da yıllardır yan gelip yatarken, dizlerinin üstüne çökmüş örgütün, yeniden ayağa kalkmasına göz yummanın neticesidir bu... Kahramanlarımıza vatan haini muamelesi yapıp, içeri tıkarken, “güzel şeyler oluyor” deyip, teröriste havai fişek fırlatmanın, şımartmanın neticesidir. Şeref madalyalı subaylarımız kendi kafasına sıkarken, utanmadan sırıtmanın... “Camilerimizi bombalayacaklar, bize suikast yapacaklar” iftirasıyla cahil cüheladan oy toplayıp, elinde roketle gezenleri gizli gizli affetmeye çalışmanın bedelidir. Adamlar harıl harıl memleketin yollarına mayın döşerken, şarkıcılarla türkücülerle şov yapmanın, 4-4-2’yle mi yoksa 3-5-2’yle mi hallederiz bu meseleyi diye, futbolcularla top sektirmenin bedelidir.

*        *       *

Bir taraftan “kardeşim” diye bağrına basacaksın Barzani’yi... Öbür taraftan “taşeron bunlar” deyip, kum çuvallarının ardından çömelerek bakacaksın Barzani’nin topraklarına.

*        *       *
    
Nasıl gezebiliriz ki ayakta?

YILMAZ ÖZDİL

11 Haziran 2010 Cuma

Kim Kimin Kardeşi ???

0 yorum

Günlerdir olumsuz birşeyler yazmamak için blog'a girmiyorum. Çünkü modadan, alışverişten, geziden, yemekten bahsetmektense zavallı ülkemin durumu hakkında kendimce fikirler beyan etmek üstelik bir de bunların can sıkıcı olması beni çok rahatsız ediyor. Gazete okumayayım, haberleri izlemeyeyim diyorum ama o da olmuyor.

Şimdi yeni bir bomba ile güleyim mi ağlayayım mı bilemiyorum Türk Arap kardeşmiş duydunuz mu siz bunu? Ne zamandan beri kardeş tarihte bizim atladığımız birşeyler mi var. Bize ne zaman faydaları dokundu? Onlarsız nasıl yaşadık o zaman bunca sene ne yazık. Ne yazık ki ülke aldı başını gidiyor ama ters tarafa gidiyor kimse de bunun için birşey yapamıyor. Ben artık kendi adıma ileriye yönelik planlar yapamıyorum, çocuk yapsam mı yapmasam mı ona bile karar veremiyorum. Sabah sabah pek hoş olmadı belki içinizi kararttım ama birşeyleri görmezden gelerek de, herşey yolundaymış gibi yaşanmıyor. Umarım sonra daha güzel şeyler de yazarım bloğuma ama bugün moralim bozuk.

1 Haziran 2010 Salı

Protesto!!!

2 yorum

Dün Levent Plazalar tarafında çalışanlar için oldukça zor bir gündü. İsrail Konsolosluğu'nun orada protesto vardı. Trafikte oldukça zaman geçirdik evimiz yakın olmasına rağmen. Ama bu sabah gördüm ki protestonun ardından bir çöp yığını kalmış, reklam panolarını camları kırılmış. Peki bunun amacı nedir? Hıncınız kime? Sokakları kirletirken, camları kırarken kimi kurtaracağınızı düşünüyordunuz acaba. Bu benim anlayabileceğim bir zihniyet değil.


13 Mayıs 2010 Perşembe

OSLO'DA DÖRT GÜN (21-25 Nisan 2010)

2 yorum

21-25 Nisan arası dört gün Norveç'teydim aslında Oslo'da. Ayşeciğimi gördüm nihayet kaç aydan sonra doğrusu çok özlemişim arkadaşımı, onlar buradan gideli bir seneyi geçti. Hergün internet vs. gibi yöntemlerle görüşüyor olsak da görmek başka tabi. Birlikte güzel dört gün geçirdik.

İzlanda'daki adı garip yanardağ patlaması yüzünden Norveç'e gidişim çok sorunlu oldu. Aslında aynı tarihlerde eşim de eğitim için Stockholm'de olacaktı sonra Oslo'ya geçecekti. Ama eğitimi verecek olanlar İngiltere'de mahsur kaldığı için eğitim iptal oldu hatta sabah havaalanına gittiğimizde herşeye rağmen gitsem mi diye düşündüğünde öğrendik ki Stockholm uçuşu da iptal olmuş ama Oslo'da sorun yok. Dolayısıyla kocamı burada bırakıp gittim :( Yaklaşık 3.5 saatlik yolculuktan sonra uçak Oslo Gardermoen Havaalanı'na indi. Ama o da ne kar mı yağıyor evet biraz :)) işte şimdi yandık dedim neyseki sonraki günlerde böyle birşeyle karşılaşmadım. Ayşecim beni havaalanında bekliyordu zaten. Şehir merkezi ve havaalanı arası yaklaşık 60 km, hızlı tren "Flytoget" ile 20 dk. sürüyor. Hemen trene atlayıp şehir merkezine geldik. Şehirde ulaşım çok kolay mesafeler çok kısa yani şehrin bir ucundan diğer ucuna gitmek için bizim burada yaptığımız gibi trafiği hesaplamanız gerekmiyor.  Merkez oldukça canlıydı. Merkez dediğim Karl Johans Gate ve onun paralelindeki caddeler. İnsanlar bütün bir kış soğuk ve karanlık havada geçirdiklerinden onlar için biraz güneş çıkması hemen dışarı atılmak için yeterli. Birkaç saat dolaştıktan sonra karnımız acıktı hadi pizza yiyelim dedik Peppes Pizza'ya girdik. Meclis binasına yüzünüzü döndüğünüzde sağ tarafta kalıyor aslında şehrin birçok yerinde bu pizzacı zincirinden var. Ama bu kadar pahalı pizza mı olur yahu hem de kötüydü. Bir daha dışarda yemek yemeyelim teklifi benden geldi :)) Yemek için dışarda fazla zaman geçirmediğimizden size şurda şu yenir diyemiyorum.

Ayşe'nin işyeri Karl Johnas Gate üzerinde ve orada H&M bulunca bayağı sevindim doğrusu. Oslo'da birşeyler alınabilecek nispeten ucuz bir yer ve Türkiye'de yok. Ertesi gün planımıza bunu dahil ederek metro ile eve döndük. Ayşe'lerin eve metro çok yakın iki adım mesafede Carl Berners Plass olarak geçiyor semt..

Oslo'da en büyük sıkıntım üşümek oldu zaten ben normalde de çok üşürüm ama orada daha fazla üşüdüm. Cafelerin çoğunda ısıtıcı yok, olsa çok işe yarardı. Aslında güneş çıktığında iyi ısıtıyor ama çoğunlukla kocaman bulutlar ardına saklıyor, işte o zaman soğuk.  Norveç gördüğüm en güzel gökyüzüne sahip. Bulutlar hiç bu kadar yakın gelmemişti, çok güzeldi. Hava açık, gerçekten sanki gökyüzü başka bir maviydi orada. Ayrıca hava saat 9' dan sonra kararmaya başlıyor daha çok gün kullanılıyor ne güzel.

Ertesi gün  sabah Ayşe ehliyet sınavına gitti teorik sınavı daha önce geçmiş iş pratik sınava kalmıştı, çok heyecanlıydı tabi ben uyuyordum o saatlerde sonra güzel haberle geldi sınavı geçmiş geçici ehliyetini almıştı bile. Norveç'te ehliyet almak da oldukça zor yani bizim burdaki gibi hadi kitaptaki soruları ezberle geç değil. Bayağı prosedür var hem maddi hem manevi olarak zorlayıcı. Norveç'te trafikte, başınıza gelebilecek en korkunç şeylerden biri yayaya çarpmakmış o yüzden yaya geçitlerinden güvenle geçebilirsiniz bizdeki gibi kimsenin acelesi yok üstünüze çıkmaya çalışmıyorlar neyse bu güzel haberin ardından keyifli bir kahvaltı yaptık ve bugün arabayı almadık çünkü benim günlük biletim vardı. Metroya bindik ve Majorstuen'ya (Mayuşta diye okunuyormuş) geldik.. Cafelerin ve dükkanların sıralandığı canlı güzel bir semt. Oradan yürüyerek Frogner'e Vigeland Park'a gidiyoruz. Gustav Vigeland tarafından yapılan bronz ve granit heykellerden oluşan park çok güzel, heykeller çok enteresan. İnsanlar bisikletleriyle park içinde turluyorlar, tertemiz bir park. Parkta bol fotoğraf çektikten sonra oradan çıkıp aynı yoldan geri dönerek şehir merkezine doğru yürümeye başladık Norveç'te insanlar çok doğal ve sıcak yani soğuk ülkenin sıcak insanları. Şehir merkezinde Kraliyet Sarayı'nın içinde bulunuduğu Slotts parkının içinden geçiyoruz. Havalar biraz daha ısınınca insanlar bu parklara piknik ve mangal için geliyorlarmış tek kullanımlık mangalları varmış işte onlar da bizim gibi yeşil alan gördü mü dumanları tüttürüyorlarmış ama çöplerini ardında bırakmadan tabi ki !!! Kraliyet Sarayına sırtınızı döndüğünüzde gördüğünüz cadde Karl Johans Gate. Norveç'in kurtuluş bayramı olan 17 Mayıs'ta özellikle bu caddede şenlikler düzenlenir hatta tüm cadde ve sokaklar sabunlu sularla yıkanırmış. Caddeden aşağı iniyoruz sağ tarafta Ulusal Tiyatro var. Biraz daha ileride Grand otel ve tam karşımızda Parlamento Binası.

Karl Johans Gate Kraliyet Sarayı'ndan



                                                 Vigeland Park The Monolith

Geldik Cuma'ya bugün arabayı aldık. Frogner'de dün gezemediğimiz sokak aralarını biraz dolaştık evler çok güzeldi, rengarenk ve bakımlı. "Bygdoy" a geçtik arabayla burası bir yarımada, üzerinde Fram, Kon Tiki gibi birkaç müze var ama hiçbirini gezmedim bir tanesinde zaten restorasyon vardı. Bygdoy da arabayı 20 dk park ederek biraz yürüdük, havalar ısınınca insanlar kendini buradan denizin sularına bırakıyormuş. Denizin rengi beni biraz ürküttü doğrusu biraz karanlık geldi bana.
Bygdoy

Bygdoy'dan ayrıldık. 2 saatlıik Fjord turu yapmak istedik fakat araba dert oldu bir türlü park yeri bulamadık park yerleri en fazla 2 saatlik ve daha uzun saat park etmez isterseniz  bayağı bir parayı gözden çıkarmak lazım.Neyseki Soydan bizi kurtardı da arabayı aldı bizden. Belediye Sarayının da bulunduğu meydandan tekneye bineceğiz. Belediye Sarayına sırtınızı döndüğünüzde sağ tarafta "Aker Brygee" hem alışveriş merkezinin adı hem de bu semtin adı. Biraz daha gerisinde Nobel ödüllerinin verildiği "Nobel Peace Center" bulunuyor. Sol tarafta iste bir rönesans kalesi olan "Akershus

hatta bir de küçükler lego yapıyorlardı burada gördüğünüz kaplan da legolarla yapılmış Nobel Peace Center hemen arkada.

Nihayet Fjord turu için kalkış zamanı. Küçük bir tekneye bindik rehberimiz olan kız tekneye binerken hoşgeldiniz diye karşılıyordu, güleryüzlü bir Norveçli daha. Teknenin arka taraflarınaa doğru oturduk daha rahat fotoğraf çekelim diye ama dondum doğrusu battaniye de vardı ama yine de orada hasta olmadım ya bravo bana :)) küçük küçük adalar üzerlerinde renkli evler kış olduğu için herhalde çok da canlı gelmedi bana yani belki yazın daha iyi oluyordur.


İki saatin sonunda keyifli bir ama soğuk bir gün geçirmiştik daha doğrusu geçirdim diyeyim çünkü sanırım ben fazla üşüyorum :))

Cumartesi günü Soydan da çalışmadığı için hep birlikte önce bir ev dolaştık Ayşeler için. Oslo da ev sistemi oldukça değişik, açık arttırmaya çıkıyor evler çok veren alıyor ama yine de kaybetme şansınız var eğer evlerin elinde bulunduğu büyük şirketlerin üyelerinden biri çıkıp bu evi almazsa ev sizde kalabilir nitekim Ayşeler için böyle bir durum sözkonusu olmuştu.  Bugün rotayı "Frognerseteren" e çevirdik, kış olimpiyatlarının yapıldığı atlama pistini de geçip tepeye çıktık. Burada hala kar vardı, lise son sınıf öğrencileri sınav öncesi eğlence için kamp kurmaya gelmişler, ahşap büyük bir ev görünümünde bir cafe vardı güneş de varken kaçırmayalım dedik, oturduk hatta garson da Türktü çok da neşeli bir insandı :)) . Manzara muhteşemdi, fjord turu esnasında tekne ile geçerken geçtiğimiz yerleri bir de tepeden gördük ve tepede hala kar vardı. Buradan ayrıldık, durmak yok yola devam. Yaklaşık 40 dk.lık yolun ardından şirin bir kasaba olan "Drobak" a geldik. Sıcak bir kahve bu havada iyi gider diye düşünüp bir cafe'ye oturduk, tabi dışarda oturmak ne mümkün hemen içeri kaçtık. Bu şirin yerde kalışımız kısa oldu o yüzden. İstikamet sıcak ev :))



Frognerseteren

Ve geldik son güne yani Pazar. Tabi bugünü de boş geçirmek olmaz ama uçağım saat 4'te kalkacağı için fazla da uzaklaşmak istemedik. Evden yürüyerek "Grunerlokka" ya geldik. Burası da cafe ve dükkanların bulunduğu pazar olmasa daha kalabalık olduğunu tahmin ettiğim, bir cadde. Grunerlokka'ya gelirken Sofienbergpark'tan geçtik. Ayrıca pazar günleri de bit pazarı kurulduğu bir park var, onun adını şimdi hatırlamıyorum ama hemen pazara daldık tabi. Vakit olsaydı daha çok dolaşmak isterdim. Tezgahları dolaşıyoruz bir de bakıyoruz adam Türkçe konuşuyor, seneler önce gelmiş yerleşmiş neyse Ayşe bana güzel bir viking gemisi alıyor tezgahtan adam da aman gurbet diyerek diye bana uyduruk da olsa bir yumurtalık hediye etti, İstanbul'dan geldik dedik, hatıra olsun oralarda var mıdır bilmem ama dedi !!! Yok ya biz de yumurtalık biz bilmeyiz genelde tavadan yeriz bir yumurtayı. Ne çabuk unutmuş memleketini neyse hatıra hatıradır. Sonra bir cafe ye oturup Soydan'ı bekledik veda vakti yaklaşıyordu. İşte beklenen kişi geldi havaalanına doğru yola çıkış vakti. 



Ivır zıvır pazarı

6 Mayıs 2010 Perşembe

Mutlaka Okuyun!!!

0 yorum

Tavsiye edeceğim kitabın adı "Leyla". Bosna savaşıyla ilgili daha önce çok kitap okudum ama hiçbiri beni bu kadar sarsmamıştı. Şu an bulunduğum yer müsait olsaydı hüngür hüngür ağlardım. Sadece ağlamak için değil  orada yaşananları bir kez daha daha sarsıcı ve daha ayrıntılı bilmek isterseniz mutlaka okumanızı öneririm

MZÖ Web Page! Mutlaka Göz Atın.

0 yorum

Bütün yıl boyunca çalışmadığı zamanlar dışında aralıksız seyahat ederek hepimizi kıskandıran (ama asla gözümüz yok daha çok gezersin umarım) bir arkadaşımın web sitesini tavsiye edeceğim. Tüm yurtiçi ve yurtdışı seyahatlarinde çektiği fotoğraflar oluşan web sitesini ben çok beğendim. Yeni fotoğrafları heyecanla bekliyorum. Göz atmanızı tavsiye ederim. İşte adres http://www.wix.com/onalme/mzo

Çok yakında ben de Oslo seyahat notlarını yazacağım

16 Nisan 2010 Cuma

Norveç'e gidemeyecek miyim?

0 yorum

İzlanda'da geçen ay patlayan yanardağda ikinci bir patlama oldu. Patlama sonrası oluşan kül Avrupa'nın hava trafiğini felç etti. Türk Hava Yolları Hollanda, Belçika ve Danimarka'ya yapılacak seferlerini iptal etti.

İzlanda'daki yanardağ patlaması sonrası Avrupa hava trafiği felç oldu. İsveç, Norveç, İngiltere, Danimarka ve Almanya'ya giden yüzlerce uçak seferlerini iptal etmek zorunda kaldı. Doğan Haber Ajansı, Türk Hava Yolları'nın Hollanda, Belçika ve Danimarka hava sahalarının yanardağ patlaması nedeniyle uçuşlara kapanması üzerine, bu ülkelere yapılacak seferlerini iptal ettiğini bildirdi.

Altı kilometre yüksekliğe ulaşan kül bulutunun İsveç hava sahasına ulaşması nedeniyle ülkenin kuzeyindeki Skellefteo, Luleo ve Kiruna'dan yurt içi seferler yapılamıyor.  İngiltere'de de kül alarmı verildi.  

Bu seferlerin durması, ülkenin diğer havaalanlarındaki uçuşlarda da aksamalara yol açıyor. Kül bulutunun gün içerisinde Danimarka hava trafiğini de olumsuz etkileyebileceği belirtiliyor.

Dev kül bulutu nedeniyle Norveç ve İngiltere'de de çok sayıda uçuş iptal edildi.

İzlanda'daki yanardağ, 1821 yılından sonra yaklaşık 200 yıllık sessizliğin ardından 20 Mart'ta patlamıştı. Yanardağ dün tekrar patladı.

İzlanda'nın güneyinde, altındaki volkanik oluşumun 190 yıl sonra harekete geçtiği Eyyafyallayöküll buzulu, ülkenin beşinci büyük buzulu. Buzulun altındaki volkan, İzlanda'nın 9. yüzyılda kurulmasından bu yana 5 kez patladı.

Hürriyet



Ben Çarşamba günü Norveç'e uçacaktım Ayşeciğimin yanına, napıcam şimdi. Saolsunlar Avrupa Ülkeleri vizeyi de tam ucunda verdikleri için (4 gün kalacağım 7 günlük vize verdiler) uçağı ileri bir tarihe de atamam. Umarım gidene kadar hava trafiği açılır. :((

30 Mart 2010 Salı

0 yorum

Bugün haplarınızı almayı unutmamışsınızdır umarım. Bakalım bekliyoruz anayasa değişikliği önümüze hap gibi sunulacakmış ya onlar düşünmüş herşeyi hazırlamış bize yutmak kalmış hadi bakalım hep beraber hapı yutalım.

29 Mart 2010 Pazartesi

Suna ve İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi

0 yorum

Cumartesi günü Pera Müzesi'ndeydik. Asıl istediğim "İstanbul'un Tarih Sahnesi Hipodrom/At Meydanı" sergisi gezmekti. Onun dışında 4 sergi daha vardı hepsi birbirinden keyifliydi.

1. Katta "Anadolu ve Ölçüleri Koleksiyonu" ve "Kütahya Çini ve Seramikleri" sergisi.

2. katta "Düşlerin Kenti İstanbul"  Suna ve İnan Kıraç Vakfı Oryantalist Resim Koleksiyonu’ndan seçilmiş yapıtlar, 17. yüzyıldan 20. yüzyıl başlarına uzanan bir zaman dilimi içinde, çoğunlukla batılı sanatçıların Osmanlı dünyasına bakışını, gözler önüne seren önemli görsel belgelerdir. Üç ana bölüm olarak kurgulanan sergi, ev ve özel mekânlardaki yaşantıdan, kentsel alana ve oradan da İstanbul’un genel görünümlerine uzanıyor. Böylelikle Avrupalı ressamların tuvallerine yansıyan İstanbul, topoğrafyası, mimarisi, insanları, gelenekleri ve yaşam biçimleriyle bir bütün olarak yeniden canlanırken bu gezginlerin “doğu yolculuğu”na biz de katılıyor, eşsiz güzellikler barındıran Osmanlı dünyasını ve İstanbul’u onların gözünden, onlarla birlikte yeniden keşfediyoruz.

Osman Hamdi Bey'in meşhur eseri "Kaplumbağa Terbiyecisi" nin 1906'ta yapılmış 1. versiyonu da koleksiyon içinde yer alıyor. Özellikle "Lale Devri"ndeki "Sadabad Eğlenceleri"nde geceleri bahçelerin aydınlatılması için kaplumbağaların sırtlarına mumlar dikilerek serbest bırakılırmış, ne kadar doğru bilmiyorum.Tablo'nun anlatmak istediği büyük ihtimalle bu değil tabi ama o zamanlarda da bu tip eğlenceler olduğunu düşünmemek için sebep yok, böyle şatafatlı eğlenceler o zamanlar bol bol düzenleniyordu herhalde.

Doğulu Kadının özel yaşam alanı olan hareme girmek her babayiğidin harcı olmadığından genelde resamlar bu yaşantıyı hayali olarak  ve özellikle de iç mekan tasvirlerinde modelleri genellikle gayrimüslim ailelerden seçerlermiş ki bu zaten tablolarda açıkça belli oluyor. Bu koleksiyon eserleri Pera Müzesi'nde sürekli sergilendiği için belli bir süre sınırı sanırım yok. Mutlaka gitmenizi tavsiye ederim. Bir zamanlar İstanbul'un nasıl olduğunu hayal etmekten öte resimlerde görebilirsiniz.

3. katta "Hipodrom/At Meydanı" sergisi. Bizans İstanbulu’nun en büyük ve en önemli yapılarından biri olan Hippodrom, kentin merkezinde imparatorluk sarayının hemen yanında yer alırdı. 4. yüzyıldan 7. yüzyıla kadar, sadece en heyecanlı ve en gözde atlı araba yarışlarının, gösterilerin yapıldığı bir alan olmakla kalmamış; aynı zamanda, imparatorların tahta getirildiği, askeri zaferlerin görkemli gösterilerle kutlandığı ve halkın, imparatorlarının huzurunda isteklerini dile getirebildikleri en önemli kamusal alan olmuştu. Atmeydanı ise Osmanlı dönemi İstanbulu’nun en önemli ve hareketli kamusal alanlarından biri oldu. Cumhuriyetin kuruluş döneminde de önemli olaylara ev sahipliği yapan İstanbul’un bu çok özel ve renkli alanını, Hippodrom / Atmeydanı: İstanbul’un Tarih Sahnesi sergisi arkeolojik bulgular, mimari çizimler, fotoğraflar İstanbulluları yaşadıkları kentin hafıza yolculuğuna çıkarıyor. Sergi, olağanüstü güzellikteki anıtların süslediği görkemli Hippodrom’u yeniden kuruyor ve çevresindeki yaşamı irdeliyor.

Hipodrom'un üç boyutlu bir görüntüsünün de yer aldığı bu sergide ben çok etkilendim. Nereden nereye gelmiş İstanbul. Keşke bu eserlerin en azından bir kısmı korunabilseymiş ama bu çalışmalara 1950'lerden sonra son verilmiş neden bilinmez. Sergi 18 Nisan'a kadar açık mutlaka görün.

4. katta "Picasso-Suite Vollard Gravürler Sergisi"  Suite Vollard, Picasso’nun yakın dostu ve döneminin en ünlü sanat tüccarı olan Ambroise Vollard’ın siparişi üzerine Picasso tarafından üretilen 100 gravürden oluşuyor. Bu sergi de 18 Nisan'a kadar açık. 5. katta da bu serginin devamı olduğunu düşünüyoruz ama artık o kata çıkacak halimiz kalmadığı için Pera Müzesi gezimizi burada noktaladık.


Ayrıntılı bilgi için ; Pera Müzesi



Sonrasında Asmalımescit'te zar zor yer bularak buz gibi biralarımızı yudumladık. Tünel'i eskiden de çok severdim şimdi daha güzel olmuş, ama öğrencilik yıllarımız kadar sık gelmiyoruz. Genelde kalabalık ve güvensiz buluyorum fakat yinede Şebnem Ferah gibi ben de ne kadar sevmiş olabilirim derken "İstiklal Caddesi Kadar" diyebilirim.

26 Mart 2010 Cuma

Ayıp Yahu!!!

0 yorum

Pasaportlara büyük zam!
1 Haziran'dan itibaren kullanılmaya başlanacak biometrik pasaportlar ile defter ücreti de artacak
26 Mart 2010 Cuma, 08:55:19
138 lira olan defter ücretinin en az 300 olması ve 10 yıllığına verilecek pasaportların harç bedelinin bin TL'yi aşması bekleniyor.
Türkiye, AB'ye uyum çerçevesinde 1 Haziran'dan itibaren kırmızı biometrik pasaportlara geçmeye hazırlanırken, yeni pasaportlarla birlikte ödenecek miktar da artacak. Sabah gazetesinin haberine göre, halen 138 lira olan defter ücretinin, çipler nedeniyle 300-500 TL civarında olması, 10 yıllığına verilecek pasaportların harç bedelinin ise bin lirayı aşması bekleniyor. Nihai fiyatın belirlenmesinde dünya standartları da masaya yatırılacak. Ancak Türkiye, biometrik pasaport uygulayan ülkeler arasında yine en yüksek harç ve defter bedeline sahip ülke olacak. ABD'de pasaport bedeli 107 dolarken, İspanya'da 20, Yunanistan'da 26 euro. Türkiye'nin hala kullanmakta olduğu mavi pasaportlarda 5 yıl için 616 lira harç bedeli alınıyor. Defter ile birlikte pasaport almak bir Türk vatandaşına 754 liraya mal oluyor. Mavi pasaportlar 2015 yılına kadar geçerli olacak.Yeni pasaportlarla ilgili teknik altyapı hazırlıklarına da başlandı. İl Emniyet Müdürlüklerine ve Konsolosluklara Mayıs ayından itibaren yeni pasaportların teknik altyapısı gönderilecek. Biometrik pasaportların çipleri de Almanya'dan ithal edilecek.

Kaynak: haberturk.com


Herkesin derdi bizimle zaten kendi ülkemizde bile pasaportlara bunca para veriyorsak demek ki diğer ülkelerin konsolosluklarının bizlerden bir hafta için dünya kadar vize parası almalarına da birşey dememek lazım. Müstahak çünkü bize.

17 Mart 2010 Çarşamba

Memnuniyet

2 yorum


Sizlere bir süre önce anneannemin Florence Nightingale Hastanesi'nde yaşadıklarını anlatmıştım. Bu konuyla ilgili Hasta İlişkileri Departmanı'na hitaben bir mail yazmıştım. Birkaç gün önce Hasta İlişkileri Sorumlusu Kadriye Hanım'dan, yaşadığmız bu durumdan çok üzüntü duyduklarını ve konuyla hemen ilgileneceklerini ifade eden bir mail geldi. Mail'den birkaç gün sonra da aradılar ve geçmiş olsun dilekleriyle birlikte eğer kabul edersek hastanede başka bir doktor için bir randevu ayarlayıp anneannem için gerekenlerin yapılacağını belirttiler. Sonuçta anneannemin bir kalp doktoruna ihtiyacı vardı biz de başka bir doktora henüz randevu almamıştık ve kabul ettik. Bugün anneannem hastaneye gitti ve Hasta İlişkileri Sorumlusu Kadriye Hanım kendisiyle bizzat ilgilenip doktora kadar eşlik etti. Büyük bir hastaneye yakışan işte budur. Bu davranışlarından da son derece memnun olduğumu burada bildirmek istedim. Türkiye'de de dikkate alınan bazı şeyler varmış demekki. Tekrar teşekkürler.

16 Mart 2010 Salı

MİSKET ŞARAPEVİ

0 yorum

Cumartesi yeni bir yer keşfettik. Arkadaşımın süper tarifiyle (sadece kartal heykelinin orada ve kırmızı tuğlalıydı diye tarif etti) Beşiktaş'ta Misket Şarapevi'ni bulduk. Baba Zula'nın solisti ve eşinin sahibi olduğu eski bir ev ya da konak tam olarak bilmiyorum. Tahta merdivenlerden başladık yukarı doğru çıkmaya, ilk kat dolu zaten her kattaki odalar küçücük, sonra bir kat daha, bir kat daha çıktık sonunda bir yer bulduk, sığıştık. Şarabı yarım litre ya da bir litre alabiliryosunuz. Biz 4 kişi olduğumuz için 1 litre istedik yanında peynir tabağı, kızarmış ekmek, süperdi. Şarapları kendileri yapıyorlarmış Misket Şarabı. Sohbet, şarap, müzikler (Balkanlardan esintiler) çok hoştu doğrusu. En sonunda ısrara dayanamayıp Lübnan mutfağına (bazı yerlerde İsrail yemeği olarak da geçiyor hangisi tam olarak bilemiyorum) ait bir yemek olan Falafel yedik. Misket köfteye benziyor ama içinde nohut var. Yanında tarator sos ve lavaş ile servis edildi. Oldukça lezzetliydi. Misket Şarapevi benim çok hoşuma gitti artık Beşiktaş'a gittikçe uğrayacağımız bir yer daha var. Nasıl gideceğiz derseniz; ,balıkçıları geçtikten sonra ortadaki kartal heykelin arkasındaki sokaktan ilerleyip ilk sağa dönünce kırmızı tuğlalı bina.

12 Mart 2010 Cuma

İsyandayım yine!!!

0 yorum


Ben de merak ediyordum Beşiktaş'taki Dolmabahçe Sarayı'nın orada üst geçidin altındaki durak niye kaldırıldı diye. Meğerse Başbakanımız Dolmabahçe Sarayı'nın bazı bölümlerini ofis olarak kullanıyormuş ve SARAY'a girip çıkarken zorluk olmasın diye kaldırılmış.!!!!

Oscar da gitti

0 yorum

Dün akşam Oscar alan filmi izledik. "Ölümcül Tuzak" Türkçe dublajlıydı ama napalım, olmasaydı da farketmezdi herhalde. Kişisel görüşüm tabi ki ama ben bu filme neden Oscar verildiğini anlamadım, gizli bir anlamı falan var da biz mi anlamadık. Yine her filmde olduğu gibi sevecen, sempatik, zavallı Amerikan Askeri, külahıma anlatın siz onu. Hem konu hem de görselliği ile Avatar dururken neden bu film aldı Oscar'ı; ona bakarsanız biz de "Nefes" i aday gösterseydik o zaman, bence "Ölümcül Tuzak" tan daha başarılı. Eurovision şarkı yarışması gibi oldu kazanan var da niye kazandığı anlaşılmıyor.

5 Mart 2010 Cuma

Hasta Hakları Var mı Yok mu?

6 yorum


Anneannemin bir süredir kalbiyle ilgili şikayetleri vardı ama zavallı kadın şu anda annemle daha çok ilgilendiği için (annem MS biliyorsunuz ve yürümekte güçlük çekiyor daha doğrusu pek yürüyemiyor duygu sömürüsü olmasın daha önce bahsetmiştim sadece hatırlartma yaptım) kendi hastalıklarıyla uğraşacak zamanı bulamamıştı. Neyse geçen haftalarda kendisine Florence Nightingale Hastanesi Çağlayan'dan randevu aldım kardiyoloji bölümü Uzm. Dr. Necla Hüseyinoğlu. Neyse dün gitti muayene olmak için zaten 15.45 randevusuna 17.30 da girebildi yanında ben gidemedim ne yazikki işten dolayı, başka bir tandığımız gitti ne de olsa anneannem 76 yaşında yanında birinin olması iyi olur. Neyse geç de olsa doktor alıyor içeri anneannem başlıyor anlatmaya şikayetlerini doktordan ilk hareket zaten kısa kes de sadede gel iması ardından anneannemin kalbimde çarpıntı oluyor sözü üzerine " daha mı olmasın" !!! ne demek bu yani 76 yaşındasın aslında ölmen lazım ama buraya gelmişsin vaktimi alıyorsun mu ne demek, anneannem şaşırmış yani ben de tedavi olmak isterim demiş kadın. Şimdi terbiyemi bozucam hey doktor sen bu kadının yaşadığı kadar sıkıntıyı yaşasaydın çoktan hipokrat'ın yanına giderdin. Bu kadının daha yapacak çok işi var sana mı kaldı yargılamak ayrıca senin her hastanın saygınlık görme hakkı olduğundan hastalara nezaketle, güleryüzle yaklaşmak gerektiğinden hiç mi haberin yok. Savunmanız akşama kadar bir sürü insanla uğraşıyoruz mu . Doğru tabi ki sizin de eminim haklı olduğunuz noktalar vardı ama bu mesleği seçerken zorluklarını da biliyor olmanız gerekirdi. Ben de, eşimde, bir sürü arkadaşım da işyerinde o kadar farklı insanlarla ve işlerle uğraşıyoruz ki ne yapalım yani önümüze gelen bağıralım mı? Yapmayın lütfen biraz daha saygılı nazik ve güleryüzlü olun mesleğiniz çok onurlu bir meslek onu hakedin, ettiğiniz yemini unutmayın.

İstedikleri oldu!!!!

0 yorum

Artık Amerika ile ticarette yeni bir şey daha var KINA bundan sonra kına ihraç edicez ki Temsilciler Meclisi her bir tarafına yakabilsin. Evet Ermeni soykırımı nihayet istedikleri oldu ve kabul edildi. İnsan haklarının teşvikinde ABD dünya lideriymiş !!! alla alla Amerika nasıl Amerika olmuş acaba kaç bin insanı katletmişler yerinden yurdundan etmişler, bunların hesabını soruyorlar mı kendilerine; sadece yaptıkları filmlerde hep mutlu son bitiyor ABD büyük ülke suçlarını kabul eden ülke kendini yargılayan ülke nerde sadece filmlerde. İnsanları renkleri siyah diye çeşitli eziyetlere tabi tutan hala bile bu konuyu aşamamış ülke sen değil misin hangi insan haklarından bahsediyorsun. Ama o kadar güzel tezgahlanmış bir oyunun içindeyiz ki elimizi kolumuzu verdik de verdik hala da devam ediyoruz. Sonumuz hayır olsun (ki hiç sanmıyorum)

3 Mart 2010 Çarşamba

Kitaplarım Geldi!!!

0 yorum

Yaşasın yeni kitaplarım geldi bir an önce okumaya başlayacağım heyecanlıyım her kitap alışımda olduğu gibi. İşte buradalar. Kitaplarımı D&R'dan aldım. Kitap bilgileri de D&R internet sitesinden alınmıştır.



Arka Kapak

... Kuzey ormanlarından çıkıp geldiler, cesur, dağınık, marifetli ve henüz yolun başındaydılar. Önce bozkıra, sonra Çin içlerine ve sonra da sonu başı belli olmayan bir sel gibi garba doğru yayıldılar ...

Türkler adıyla tarihe geçen bu boylar, aileler ve kavimler bütünü batılıların gözüyle çoğunlukla barbarlığın simgesi olsalar da Orta Asya'nın yüksek uygarlıklarından birini ve bazen küçük devletlerinin bazen de devasa imparatorluklarının sınırları dahilinde kültürler arası barışı ve huzuru tesis ettiler. Bazen memluk, bazen efendi ve bazen de birbirlerinin en amansız düşmanıydılar. O en baştan beri inandıkları dinlerinden hiç vazgeçtiler mi, ne kadar Budist ne kadar Hıristiyan ne kadar Yahudi ve ne kadar Müslüman oldular? Tüm bu yüzyıllar boyunca tek arzuları, tüm o savaşlar, yağmalar, fetihler, din değiştirmeler ve sergilenen bilgelikler sadece barışa ve huzura kavuşmak için miydi?

Bu türklerin, Halaçların, Hiong-nuların, Osmanlıların, Memlukların, Rusların, Çağataylıların, Tu-kiuların, Selçukluların, Çinlilerin, Hintlilerin, Karakoyunluların, Timurların, Arapların, Kazanların, Tatarların, Bulgarların, Türkiyelilerin, Hunların, Kıpçakların, Ermenilerin, Peçeneklerin, Safevilerin, Gaznelilerin, Bayatların, Rumların, Özbeklerin, Hitanların, Farsilerin, İhşitlerin, Tolunoğullarının, Kürtlerin, Yakutların, Kırgızların, Azerilerin, Moğolların, yani bir coğrafyayı yüzyıllar boyunca paylaşan hakların, ittifak ve itilafların, yani bir coğrafyayı yüzyılar boyunca aslında yaşadığımız günün hikayesidir.

Altay Türklerinde Ölüm, Orta Asya'da Kutsal Bitkiler ve Hayvanlar, Moğol İmparatorluğu Tarihi, Orta Asya: Tarih ve Uygarlık, Türklerin ve Moğolların Eski Dini'nden sonra ünlü Türkolog Jean-Paul Roux sizi 2000 yıllık tarih içinde bir yolculuğa, bildiğinizi sandığınız ya da hiçbir fikriniz olmayan olaylara, insanlara ve inançlara tanıklık etmeye davet ediyor.

Yazar:Jean Paul Roux



 Arka Kapak

'Bizans'ta Kayıp Zaman', İstanbul'un geçmiş yaşamlarıyla ilgilenenler için bir enfiye kutusu, bir başucu kitabı niteliğinde. Kentin, fetih öncesi 'Konstantinopolis' kimliğiyle yaşadığı 1123 yıl, sokakları, anıtları, sarayları, tüm görkemi ve özgün karakterleriyle yeniden canlanarak, okurla birebir iletişime giriyor. Ve kitap bu niteliğiyle, yeni bir yazın türünün habercisi olacağa benziyor.Okur, yitik Bizans zamanının labirentlerinde dolaşırken, bin yıldan uzun süre tüm dünyada 'Kentlerin Kraliçesi' olarak anılan kentin tarihi mirasının ne denli cömertçe harcandığına da tanık olacak.

Yazar:Mehmet Coral



Bu kitabı da tavsiye üzerine aldım bir de Radi Dikici'nin Bizim Bizans kitabını da alacağım; sizin de okumamı tasviye ettiğiniz kitaplar olursa görüşlerinizi beklerim. Ortaokulda ya da Lisedeyken tarih denildiği zaman "aman öfff "derdik ama şimdi çok daha farklı zorlama yok belki de ondan. Geçtiğimiz pazar günü de Sultanahmet turu yaptık arkadaşlarla çok keyifliydi. Fotolar gelir gelmez ekleyeceğim. Ayasofya (ki gitmeyeli kaç sene olmuş ne ayıp), Topkapı Sarayı ve At Meydanı eski hipodromda bulunan Örme Sütun, Dikilitaş ve Burmalı Sütun ziyaretlerini yaptık. Yerebatan Sarnıcının önünde bulunan Million Anıtı (artık fazla birşey kalmamış tabi) Gitmeden önce de kısa bilgiler çıkardım arkadaşlarım için  rehber havasına girdim yani umarım onlar için de iyi olmuştur ama ben kendi adıma bilmediğim bir sürü şey öğrendim. İşte şimdi bu kitapları daha çok okumak istiyorum Eski İstanbul'u anlamak istiyorum neymiş ne olmuş. Ama şu bir gerçek ki tarihe hiç saygımız yok, zaten Türk Milleti olarak hiç birşeye saygımız yok ki. Ayasofya'nın duvarlarına neden isimlerini yazarlar yani bu nasıl bir sadistçe zevk veriyor anlamış değilim. İşte cehalet kadar illet birşey yok. Hep bunlar o yüzden geliyor başımıza ah şu İstanbul bir temizlense ama nasıl. Neyse yine sinirlendim yaşamak her geçen gün daha zor oluyor. 




Arka Kapak

"Acımasız ve bir o kadar da heyecan dolu! "İsimler Kitabı" içindeki şaşırtıcı karakterler ve yaşayan efsaneler ile, sizi yüzyıllar ve kıtalar arası, karşı konulmaz bir yolculuğa çıkaracak. Unutulmaz bir kitap."Gayle Lynds, Nen' Jin-k Times"Çarpıcı bir şekilde kurgulanmış tarihi bir roman... Yahudi mistisizmi ile çağdaş cinayet romanlarının bir sentezi. Akıcı, heyecanlı ve zekice..."Kirkus Rcrittvs"İnandırıcı karakterler, durmak bilmez bir konu ile birleşerek zevk ve heyecanla okunan bir gerilim romanına dönüşüyor."Libmry Journal

Yazar:Jill Gregory


Şimdi bana müsade kitaplarımı okuyacağım :) 

26 Şubat 2010 Cuma

0 yorum


Biz kimiz?


Açılıma karşı çıkanların “vampir” olduğunu açıklamıştı Sayın Başbakan...


*

“İki cihanda lekeli” aynı zamanda.

*

Teröristlerin üstü açık otobüsle tur atmasına karşı çıkanlar kimdi? Anaların ağlamasını isteyen “vicdansız”lar, şehit cenazesi gelsin isteyen “hasta kafa”lar...
İzmirliler zaten “gavur faşist.”

*

Seçim isteyenler “hain...”

*

Cumhurbaşkanı’na karşı çıkanlar:
“Bu memleketten git”sin!

*

Malın mülkün yabancıya satılmasına karşı çıkanlar “sermaye ırkçısı...”

*

Van münüt’ten önce Davos’a karşı çıkanlar için aynen şöyle demişti: “Hazımsız tipler” var, Davos’un
kıymeti harbiyesi olmadığını söyleyenler var, “şizofren tipler” bunlar.

*

Yüksek vergiye karşı çıkanlar, alışmış “kudurmuş”tan beter... Kart faizlerine karşı çıkanlar, kusura bakmasınlar, “dürüst gözüyle bakmam” onlara... Tekel işçileri “yetim hakkı yemeye çalışan” hortumcular... Sendikalar “yalancı” inanmayın, Deniz Feneri’ni yazanlar “iftiracı” sakın almayın!

*

Taaa 51 senedir giremediğimiz AB’ye karşı çıkanlar “vizyonsuz, cahil...”
Seçim arefesinde avanta buzdolabı dağıtılmasına karşı çıkanlar “çirkin.”

*

Hukuka müdahale edilmesine karşı çıkanlar “Ergenekoncu...” Yapmak istedikleri Anayasa değişikliğine karşı çıkanlar “beyinsiz...” Aşçı erlerin suikastına inanmayanlar “soytarı...”

*

CHP’nin “geçmişi lekeli...” Baykal “cibilliyetsiz, çete avukatı...” MHP “seviyesiz, densiz, ahlaksız, müfteri...” Ya Bahçeli? “Onu tıp dünyasına havale ediyorum...”

*

Subaylara iftira atılmasına karşı çıkanlar “darbeci zihniyet...” Vatandaştan vazgeçtik, Yargıtay’ın telefonlarının dinlenmesine karşı çıkanlar “kirli senarist...”

*

Arınç’a karşı çıkana “tuuuu!”
Satılmayan gazetecilere “yuhhh!”

*

“Fiş”lendiğimizi öğrenmiştik.

*

En son ne öğrendik?
Ya bunlardansın...
Ya “kanı bozuk.”

*

Benim bi de sütüm bozuk...
Valide de Atatürkçü çünkü.



İTİRAF EDİYORUM BENİM DE HEM KANIM HEM DE SÜTÜM BOZUK.Ayrıca vampirler hiç de kötü değildir bakınız Twilight Edward :)))

17 Şubat 2010 Çarşamba

Dolu Dolu Cumartesi

2 yorum



Cumartesi günü, bir arkadaşımızın yaptığı kültür sanat turu programı neticesinde günümüze başladık. Önce Karaköy Namlı'da kahvaltı yapıldı ama ne kahvaltı. Resimlerden de belli oluyordur :))) Size de bir hafta sonu kahvaltısı için uğramanızı tavsiye ederim. Kalabalık gittiğinizde tek tek tabak almaktansa bizim gibi kaç kişiyseniz o kadar tabak almanız daha karlı olacaktır. Kahvaltı faslının ardından nostaljik tramvayla tünele doğru yola çıktık. Karaköy ve tünel arasındaki bu eski tramvayı ben çok seviyorum. Tünelden yukarı Mısır Apartmanı'na doğru devam ettik. Fototrek'te Merih Akoğul "İç İçe İstanbul" fotoğraf sergisi ziyaretinin ardından Mısır Apartmanı'nda deliler gibi bir aşağı bir yukarı dolaştık. Oraya kadar gittik ama bir 360 ziyareti yapmadık o da başka bir zaman artık.  Bu arada kısa da bir bilgi vereyim 105 yıllık bir geçmişe sahip bu apartman Mısır Hidivi Abbas Halim Paşa`nın isteği üzerine 1905 yılında kışlık konak olarak inşa ettirilmiş ve bugüne kadar birçok ünlüye de evsahipliği yapmış. Mehmet Akif Ersoy bu apartmanda kalmış ve hatta burada da vefat etmiş. Apartmanın her katında bir galeri var desek doğrudur. Bir apartmanın girişindeki zil olduğunu tahmin ettiğimiz enteresan bir obje de vardı. :))
Darth Vader bir süre burada oturmuş olabilir mi?  Neyse Mısır Apartmanından çıktık bu kez de Doğan Apartmanına gittik ama ne yazıkki avluya çıkamadık çünkü iç kapı kapalıydı. Seneler önce bir arkadaşımla yine Galata turu yaparken buraya uğramış ve kapıyı açık bulup ,resimlerini çekebilmiştik. Doğan Apartmanının bulunduğun Serdar-ı Ekrem sokağında bakıma muhtaç birçok eski yapı var keşke onlarla da ilgilenenler olsa. Bu başarısız girişimin ardından Ara Cafe de bir kahve molası verdik. Sırada Tophane-i Amire vardı. İstanbul 2010 Kültür Başkenti etkinlikleri çerçevesinde yer alan "In Between-Arada-Tra" sergisindeydik. Etkinliklerden haberdar olmak isterseniz web adresi: http://www.istanbul2010.org. Ve bu haftalık kültürel etkinliklerimiz Karaköy Güllüoğlu'nda baklava ve kaymaklı kadayıfla son buldu.:)






3 Şubat 2010 Çarşamba

Kar Yağsın Ama...

3 yorum

Kar yağsın ama bizim ülkemizde kar demek beyaz güzellik demek değil ne yazikki sefalet ve pislik bırakıyor geride. Bunda kar'ın suçu ne, hiç. Çukurlaşmış ve içine su dolmuş yollar, merdivenleri donmuş altgeçitler bırakıyor. Bu sabah işe gelirken insanların, içinde tabi ben de, dahil alt geçitten geçmek için nasıl çabaladıklarını anlatamam. Buna bir çare yok mudur, bu kadar mı seviyorlar insanlara eziyet etmeyi, evet tabi ki seviyorlar. Siz nasıl giderseniz gidin işinize, ister düşün, ister kolunuzu bacağınızı kırın onlar için bir önemi yok . Onların daha önemli başka işleri var. Birbirlerine yumruk atmak gibi...

21 Ocak 2010 Perşembe

TERBİYESİZLERRRRR

1 yorum

Terbiyesiz sözcüğü bunlara az bile yazamadıklarımı sözlü olarak dile getirdim zaten ben. Onların hakettiği kelimeler çok daha ağır tek dişi kalmış medeniyet.
Kaynak: milliyet.com.tr


Bu görüntü gurbetçileri ayağa kaldırdı

Atatürk"ün para üzerindeki fotoğrafıyla, bikinili genç kızların fotoğrafının birleştirilmesi, gurbetçileri ayağa kaldırdı.
Hollanda’nın en büyük turizm şirketinin yeni başlattığı reklam kampanyasında kullandığı afişlerde, Atatürk’ün para üzerindeki fotoğrafıyla, bikinili genç kızların fotoğrafının birleştirilmesi, gurbetçileri ayağa kaldırdı
Hollanda’da 15 bin kişinin çalıştığı Dirk van den Broek grubu dahilinde seyahat sektöründe hizmet veren D-Reizen şirketinin reklam afişlerinde Türkiye’nin de dahil olduğu ülkelerin banknotları bu ülkelerde tatil yapan kişilerin fotoğraflarında surat olarak kullanılıyor. Atatürk’ün banknot üzerindeki fotoğrafı bir genç erkek ile bikinili bir genç kızın fotoğrafı üzerinde kullanıldı.
Afişte, Türkiye bölümünde de Atatürk’ün suratı, bikinili bir genç kızın üzerinde yer alıyor. Hollanda’da yaşayan Türkler, afişi billboard’larda, otobüs duraklarında ve televizyon reklamlarında görünce büyük tepki gösterdi. Şirketin tepki yaratan reklam kampanyasının kaldırılması için internette düzenlenen kampanyada şu ifadeler kullanılıyor: “Utrecht kentinde otobüs durağında beklerken, D-Reizen seyahat şirketinin yapmış olduğu reklam çok gücümüze gitti. Çeşitli ülkelerin parasının üstünde yer alan şahsın altına turistin bir bedenini eklemişler. Güya hatıralık resim olsun diye. Resimde Türk liderinin üstünde bulunan Atatürk’ün resmi altında yarı çıplak bir kadının resmi var, aşağı tarafta da bir esmer adamın bedeni.

Bu bizim değerimizi aşmakta ve düpedüz saygısızlıktır. Tepkimizi göstermeliyiz. Reklam dediğin başkalarını rencide etmemeli. Bu konu hakkında hukuk okuyan arkadaşlarımızı harekete çağırıyorum. Bu yanlışı düzeltmek için ne yapabiliriz, bize bilgi verirlerse memnuz oluruz”.

20 Ocak 2010 Çarşamba

1 yorum



Maalesef geç kalmışım okumak için. Böyle bir insanı daha yakından tanımak için. Böyleyiz işte insanları hep öldükten sonra hatırlarız. Ne yazık. Halbuki ben onun kızıl kısacık saçlarını hatırlıyorum. Annem daha MS olmamıştı biz ona gitmiştik annemin dirseklerinde ve dizlerinde kaşıntı oluyordu. Önemli birşey değildi birkaç krem bitti gitti. Ama annemin aklında hep şu kalmıştı hala da söyler ilk defa ben böyle bir doktor gördüm hastasına bu kadar yakın davranıp muayene ederken eline bir eldiven takma gereği duymadan dokunarak muayene eden bir doktor. Umarım seni hiç unutmayız Türkan Saylan çünkü malum biz çok çabuk unutan bir toplumuz.

15 Ocak 2010 Cuma

Dönüşmeme az kalmıştı!!!!

0 yorum




Geçen akşam arkadaşlarımızla buluştuk, bir sürü film almışlar. Ne izlesek diye düşünürken baktım Monica Bellucci, bu film izlenir dedim. Erkek olsam neyse :)) Aslında açıkçası konu enteresan geldi nerden bilirdim çözmeye çalışırken bir manyağa dönüşeceğimizi, neyse film başladıktan bir süre sonra kocam ne bu suratlar ya korku filmi mi izliyoruz demeye başladı film boyunca da susmadı zaten :)) Ben de biraz tırstım ne yalan söyleyeyim adamın bir gözü başka bir gözü başka. Sonra Sophie Marceau dönüştü Monica Bellucci oldu. Sonra bir genç bir kıza dönüştü, o kızın ağabeyi Sophie Marceau'nun dönüşmeden önceki kocası yani o öyle zannediyo (biliyorum anlamadınız ben de anlamadım zaten dert etmeyin) . Daha enterasan şeyler de var fazla anlatmayayım izlemeyenler için. Altyazılar da öyle entersan ki bazen konuyla o kadar alakasız laflar oluyor ki nasıl bir çeviriydi anlamadım. Sonuçta film bitti ama ben ne olduğunu tam olarak anlayamadım ya da anladım ama çok etkilenmedim filmden sadece değişik diyebilirim o kadar.

4 Ocak 2010 Pazartesi

Bu gece Facebook'a dikkat

0 yorum

Milliyet'te gördüğüm enteresan bir haberi sizlerle paylaşmak istedim. İçinizde bu seansa katılacak olan var mı? :)) 

 Bu gece Facebook'a dikkat

Ünlü İngiliz hipnoz uzmanı, bu gece Facebook ve Twitter aracılığıyla 6 binden fazla kişiyi hipnotize ederek rekor kırmayı planlıyor
İngiliz hipnoz uzmanı Chris Hughes, Facebook ve Twitter aracılığıyla hipnoz tekniğine karşı koyamayan 6 binden fazla kişinin sandalyelerinden kalkamayacağını ve trans halinden çıkana dek gözlerinin odaklanmış halde kalacağını ifade etti.

Fikrin bir arkadaşının toplu hipnoz yapmasını önermesiyle ortaya çıktığını belirten 34 yaşındaki Hughes, daha önce böyle bir şeyi kimse denemediğini, büyük bir online hipnoz seansını oluşturarak dünya rekoru kırmak istediğini söyledi.

Seansa katılmak için, internet bağlantısı olan bir bilgisayar, kulaklık ve hoparlör ve rahat bir sandalye gerekiyor. Ayrıca Hughes katılımcıların sessiz bir ortamda bulunmasının gerektiğini de belirtiyor.

Beş yıldır hipnotizmayla uğraşan Hughes, "Bu etkinlik insanların yeni yıla iyi bir başlangıç yapması ve 2010'da istediklerine ulaşabilmeleri için tasarlandı. İnsanlar hipnotize edildiğinde, bilinçaltı düzeyinde, normalde 'ulaşılması çok zor ya da çok çaba gerektiriyor' diye düşünecekleri şeyleri yapabileceklerini hissediyorlar" diyor. Hughes ayrıca hipnozun, insanların hayatlarında büyük değişiklikler yapmasına yardımcı olduğunu da söylüyor.

İlgilenenler için http://bit.ly/socialtran adresi veriliyor.

D&R'dan yeni kitaplarım geldi

2 yorum




Bu kez kitaplarımı D&R'dan sipariş ettim. Yılbaşı tatilini de hesaba katarsak 29 Aralık'ta verdiğim siparişler bugün elimde oldu. Daha önce de söylediğim gibi kitap alınca çok mutlu oluyorum. Bana hediye olarak ne alacağını bulamayan sevgili kocama duyurulur :)) Yani illa yükte hafif pahada ağır şeyler almaya gerek yok, he alsa fena mı olur olmaz tabi :))

Osman Ulagay'ın kitabında yazdıklarına kısmen hak vermekle birlikte kitabın yayınlandığı tarihten itibaren yaşanan gelişmelere bakarsak revize etmesi gerektiğini düşünüyorum. Sorduğu sorulara o zamanlar verdiği iyimser yanıtlara eminim şimdi daha farklı bir gözle bakacaktır. 

1 Ocak 2010 Cuma

Poğaça

0 yorum




Öncelikle geçen hafta yoğunluktan dolayı blog'a bakamadığım için yeni yıl dileklerimi şimdi yazmak istiyorum. Herkese 2010'da sağlık, mutluluk, huzur, olmayanlara yeni iş, olanlara daha iyi bir iş, işten sıkılanlara bol para diliyorum:))

2010'da ilk poğaçam gecenin 10'unda yapıldı. Bu ne hamaratlık di mi :)) Hadi üşenmeyin siz de yapın saati boşverin :P çayla hüpletin.:))

İşte malzemelere;
- 4 su bardağı un
- 1 çorba kaşığı toz şeker
- 1 tatlı kaşığı tuz
- 1 paket kuru maya
- 1 çay bardağı süt
- 1/2  çay bardağı sıvı yağ
- Ilık su (aldığı kadar)
- 1 yumurta

Yumurta sarısı hariç tüm malzemeleri karıştırıp yoğuruyoruz ve mayalanmaya bırakıyoruz. (Süresi ne kadar bilmiyorum ama ben 30 dk. kadar beklettim) daha sonra iç malzemesini koyup, tepsiye diziyoruz. Üzerine ayırdığımız yumurta sarısını sürüyoruz, yumurta sarısının üzerine susam ya da çörekotu tercih edebilirsiniz. 180 derece önceden ısıtılmış fırında 25 dk. pişiriyoruz. Afiyet olsun...